BiriktirmeKutusu

Fotoğrafım
Ad:
Konum: Türkiye

Salı, Kasım 21, 2006

56 * OLMEZLER:(

"Sen de dedem gibi olecek misin, anneanne?" sozleri hasta odasinda yogun
sessizlik yasanmasina neden olmustu. Geçirdigi ameliyatlardan sonra
pek toparlayamamis yasli bayan hastamizi ilkokula yeni baslamis torunu ve
kizi ziyarete gelmisti. Kucuk cocuklari hasta ziyaretine kabul etmememiz
baslangicta sorun yaratmis, kisa sureli ziyaret için izin koparmislardi.

Hasta odasinda ana kiz konusup dertlesirken torun araya girip sormustu o can

sIkIcI soruyu. Kafami egip elimdeki dosya ile ilgileniyormus gibi yaptim.
Hastamiz torununu yatagin kenarina oturttu. Ellerini tutarak "simdi degil,
iyilesip eve dönecegim,merak etme. Hemen olmeyecegim. Ama er veya gec
hepimiz ölecegiz" dedi.

Torun yanittan pek tatmin olmus gibi degildi.
-Ama bu haksizlik, anneanne. olunce onlari bir daha goremiyoruz. Dedemi cok
ozledim ben.

-Merak etme, insanlar olunce gorunmez olurlar ama hepten yok olmazlar.

Torun bir sure ananesinin boynundaki kolye ile oynayarak dusundu. Sonra
"Peki insanlar ne oluyor, olunce" diye sordu.
Anneanne once bana sonra kizina bakti. Torununun sacini oksayarak;

-Bir sekilde aramizda oluyorlar, olenler. Kimi bir renk,kimi tat veya koku
kimi de dokunus olup geri geliyorlar. Mesela rahmetli annemin yaptig puf
boregini hic unutmadim. Nerede o kokuyu veya tadi bulsam annemin orada
yanimda oldugunu bilirim. Dedeni ise saclarimdaki dokunus ile hatirlarim.

Nerede bir ruzgar saclarimi oksasa dedenin yanimda oldugunu dusunur,
sevinirim.

-Peki sen olunce ne olup geleceksin, anneanne?

-Onu sen bileceksin. Beni nasil hatirlamak istersen o sekilde gelecegim
yanina.

Ziyaret kisa surmustü. Onlar odadan çiktiktan sonra hastamiz torununu cok
ozlemis oldugunu belirterek ziyarete engel olmadigimiz icin tesekkur etti.

-Bu kucuk torunumu buyugunden daha cok seviyorum, doktor bey.

-Torunlariniz arasinda aiyrim yapmamaniz gerekmez mi?

-Haklisiniz ama boyle olmasinda biraz kizimin da kabahati var. ilk cocugunu
cabuk buyutmeye cabaladi.
Kendince basardi da. Ama hepimizden uzak soguk, biri oldu cikti buyuk
torunum. simdi hepimiz yakiniyoruz ama is isten gecti.

-Neden böyle oldu?

-Ne yazik ki, kizim da digerleri gibi zamane annelerinden oldu. cocugunu en
iyi sartlarda, en iyi okullarda en iyi egitim ile yetistirecegim diye
tutturdu. cocugun almadigi ders kalmadi neredeyse. Bale, piyano, tenis,
yuzme dersleri yetmedi kolejlerde okuttu. Onunla birlikte ders calisip
sinavlara birlikte girdi sanki.

simdi adi sani duyulmus kolejlerden birinde okuyor. Ama hepimizden
uzaklasti. Derslerinden baska oyun bilmeyen soguk biri oldu.

Bir sure sustu, soluklandi. Elimi tutup yataginda dogruldu.
Yastiklarini duzelttim.

-Zamane anneleri boyle oluyor iste. cocuk yetistirmeyi yemek yapmak
saniyorlar. Parayi bastirip en donanimli mutfakta en iyi malzemeleri
kullanirsa yemegin mükemmel olacagini hayal ediyor, ortaya cikan yemege
bakip neden lezzetli olmadigini soruyor, kabahati mutfakta veya malzemede
ariyorlar.

Kendilerine hic kabahat bulmuyorlar. Halbuki elinin emegi, sabri,
ozeni olmadikca lezzeti yakalayamazsin. Hele bir sarma sarsinlar da
goreyim ben onlari. Bu kez de "o kadar emek verdim, kimseye
yedirtmem" diye tutturur bunlar. Sanki analarindan boyle gorduler.
Hayat kolaylasip hizlandikca her seyin ayni kolaylikla yapilacagini saniyor
bu zamane anneleri.
cocuklarini da cabuk buyutmeye ugrasiyorlar. Onlari hizli
yaslandirdiklarinin farkinda bile degiller.

Yani?
-cocuk bu, yetistg»i ortamdaki insanlara anne babasina benzeyecek elbet.
cocuk onlara benzemeye basladikca anneler kendi begenmedigi yonlerini
cocuklarinda gorup kiziyor, nerede hata yaptiklarini bulmaya cabaliyorlar.
ikinci cocukta ise o ilk heves kalmiyor da oyle kurtariyor onlar
kendilerini.

Bogazi kurumustu.
Bir yudum su icip eskiden ailelerin ilk cocuklarinin agabey ve abla
agirligi ile yetistirildigini ilk cocuklarin aileyi iyi yansitma
gorevi oldugu icin daha degerli oldugunu ama artik devrin degistigini
ailelerin kendilerini degil de hayallerini cocuklarina yukledigini ilk
cocuktan sonra gelenlerin ise daha ozgur olgunlasip aileye daha
cok benzedigini anlatti.

Birkac gun sonra hastamizin basucunda suluboya bir resim vardi. Mavi
gokyuzunde sapsari gunes ve bir de ucurtma ucuran kiz cocugu vardi resimde.

Hastamiz resim ile ilgilendigimi gorunce okumakta oldugu gazetesinden
kafasini kaldirip;

-Torunum benim icin yapmis bu resmi, doktor bey. Resimdekii kiz kendisiymis.

Karar vermis, ben olunce resimdeki gokyuzunun mavisi olacakmisim onun icin.
Gokyuzune her baktiginda benim yaninda oldugumu bilecekmis, boylelikle. Bu
simsicak gunes ise dedesiymis.

Gozleri dolmustu. Birkac damla yas suzuldu gozlerinden.
"Torunumun gozunde gokyuzunun mavisi olacakmisim, dedesi de hepimizi
isitan gunes. Daha ne olsun?" dedi.

ogle arasinda bahceye çiktim.
islatan Yagan yagmurun ardindan masmavi gokyuzunde acan gunes, sicakligini
iyice hissettiriyor, agaclar sonbahara hazirlaniyordu.

Perşembe, Kasım 16, 2006

54 * THIRTY SOMETHING WOMEN

>Otuz yasini asmis kadinlar...


Andy Rooney der ki...
" Yasim ilerledikce, en cok otuz yasini asmis bayanlara deger vermeye basladim."

Iste bunun sebeplerinden birkaci:
Otuz yasini gecmis bir kadin asla sizi gecenin bir yarisi uyandirip "ne dusunuyorsun?" diye sormaz.
Umurunda degildir cunku ne dusundugunuz.


Eger otuzunu asmis bir kadin TV deki maci seyretmek istemiyorsa, soylene soylene TV 'nin karsisinda yaninizda oturmaz.
Yapmak istedigi bir seyi yapar.
Ve bu genellikle daha enteresan birseydir.


Otuz yasini asmis bir kadin kendini yeterince iyi tanir ve kendinden emindir...
Kim oldugunu, ne oldugunu, ne istedigini, ve kimden istedigini bilir.
Otuzunu asmis cok az kadin onun hakkinda ya da yaptiklari hakkinda ne dusundugunuzu onemser.


Otuz yas ustu kadin cogunlukla buyuk asklara, omur boyu surecek bagliliklara doymustur.
Hayatinda en son ihtiyaci oldugu sey bir baska miz miz, devamli soylenen, ne yapacagina karisan, yapiskan bir asiktir.


Otuzunu asmis kadin, agirbaslidir.
Bir operanin ortasinda ya da Pahali bir restoranda sizinle ciglik cigliga kavga etmesi cok nadirdir.
Ha tabi hakettiyseniz, sizi vururken de hic tereddut etmez, sonuclarina katlanmayi da planlayarak...


Otuzunu asmis kadin ovguler yagdirmakta cok bonkordur, cogu hak edilmemis bile olsa...
cunku takdir edilmemenin ne oldugunu iyi bilir.


Otuzunu asmis kadin sizi bayan arkadaslariyla rahatlikla tanistiracak kadar kendine guvenir.
Daha genc bir kadin, en iyi arkadasini bile gormezlikten gelebilir, yanindaki adama guvenmedigi icin.


Otuz yasin ustundeki kadin sizin onun arkadasina ilgi duymanizi hic sallamaz, arkadasinin onun aldatmayacagini bilir.


Kadinlar yaslari ilerledikce medyumlasirlar.
Ona gunah cikarmaniza Hic gerek yoktur, Onlar her bir haltinizi bilirler.


Otuz yasini asmis bir kadin Kipkirmizi bir ruj surdugunde bu ona cok yakisir.
Ama daha genc kadinlarda boyle degildir.


Otuz ustu kadinlar aciksozlu, dogrucu ve durustturler.
Ne kadar geri zekali oldugunuzu bir cirpida acik acik soyleyiverir, eger bir geri zekali gibi davrandiysaniz.
Onun icin ne anlam tasidiginizi merak etmenize gerek yoktur.


Evet, bircok sebepten Otuz yasini asmis kadinlari begeniyor ve takdir ediyoruz.

Salı, Kasım 14, 2006

53 * MUMLARIN OYKUSU (ZEYNOGUN'e ithafen)

(bu guzel oykuyu bizimle paylasan Sevgili Zeynogune tskler)

Mumların Öyküsü!..
“”Dört tane mum usul usul yanıyordu...
Ortalık o kadar sessizdiki, mumların konuşmalarını duyabiliyordunuz...
Birinci mum dediki:
''Ben BARIŞ'ım.!
Ama kimse benim yanmama yardımcı olmuyor.Sanırım yakında söneceğim.''
Alevi hızla azaldı ve sonunda tamamen söndü.
İkinci mum:
''Ben VEFA'yım.!
Ne yazıkki artık vazgeçilmez değilim.Onun için,bundan sonra yanıp durmamın bir anlamı kalmadı.''
Sözlerini tamamladığında esen hafif bir rüzgar onu tamamen söndürdü...
Sırası geldiğinde üçüncü mum, hüzünlü bir sesle dediki:
''Ben SEVGİ'yim !
Yanacak gücüm kalmadı. İnsanlar beni unuttu,değerimi anlamıyorlar. En yakınlarını sevmeyi bile unuttular.''
Vefa'da daha fazla beklemeden sönüp gitti...
Ansızın..!
Odaya bir çocuk girdi ve üç mumunda yanmadığını gördü.
''Neden yanmıyorsunuz? Sizin sonsuza kadar yanmanız gerekmiyor muydu?'' dedi.
Ve ardından ağlamaya başladı...
O zaman dördüncü mum konuşmaya başladı:
''Korkma, ben yandığım sürece öteki mumlarıda yeniden yakabiliriz, ben UMUT'um!''
Çocuk parlayan gözleriyle UMUT mumunu aldı ve öteki mumları birer birer yaktı...

UMUT ışığı yaşamımızdan hiç eksik olmamalı...
...Ki hepimiz onunla birlikte VEFA'yı, BARIŞ'ı ve SEVGİ'yi yaşatabilelim

Pazartesi, Kasım 13, 2006

52* BEN UST DALDAYIMMM:)

BEN UST DALDAYIIIIM :))

Elma ve Sarap Kadinlar agactaki elma gibidir.
En iyileri en ust dallarda bulunur.
Erkeklerin cogu dusup incinmekten korktuklari icin ust dallara uzanmak istemezler.
Onun yerine Yere dusmus curukleri toplarlar cunku onlari elde etmek daha kolaydir.
Yukaridaki elmalar ise Kendilerinde ararlar sucu ve Sorarlar, nerede hata yapiyorum diye.
Aslinda gercekten hatasiz ve muhtesemlerdir.
Sadece dogru erkegin ortaya cikip cesaretini ve yuregini toparlayip o ust dallara ulasmasidir butun olay.
Lutfen bu gercegi iyi elma olan butun kadinlarla dalindan toplanmis olsalar bile paylasin.


Erkekler ise ...
erkekler ise iyi birer sarap gibidir.
Koruk olarak baslarlar, mayhos ve tatsiz...
Kadinlar tarafindan canlari cikana kadar cignendikten sonra ancak bir yemegin yaninda gidecek kadar tatlanirlar...

51* ASK NEDIR?

Yalnız Olanlara;

Aşk bir kelebek gibidir, pesinden koştukça hep senden kaçar..
En iyisi bırak uçsun, inan ki hiç beklemediğin bir anda gelip omzuna dokunuverir...Aşk mutlu eder, bazen de üzer ama aşk özeldir, aşkını hak eden birine sunarsan eğer..


Sevgilisi Olanlara;

Aşkın amacı birileri için "mükemmel insan" olmak değildir,seni mükemmelliğe en çok yaklaştıracak insani bulmaktır..


Çapkınlara;

Sevmediğin birine asla "seni seviyorum" deme.. İçinde olmayan duygulardan varmış gibi söz etme.. Kimsenin hayatına kalbini kırmak için girme..
Sevgi dolu bakan gözlere asla yalan söyleme,çünkü birine verebileceğin en büyük acı, aşık olmadığın birini kendine aşık etmektir...

Evli Olanlara;

Seven insan "senin hatan" yerine "özür dilerim" diyendir... "neredesin"
yerine "ben buradayım" diyendir.. "nasıl yaparsın" yerine "niye yaptığını anlıyorum" diyendir.. ve aşk "keşke" yerine daima "iyi ki" diyendir...

Kalbi Kırık Olanlara;

Kalp yarası siz kanatmaktan vazgeçinceye kadar sürer ve ilacı bu acıya alışmak değil, ondan ders çıkarabilmektir.

Aşık Olmaktan Korkanlara;

Aşka düş ama tökezleme,anla ama bekleme, paylaş ama isteme,yaralan ama asla acıyı içinde büyütme...

Sevdiğini Fazla Sahiplenenlere;

Sevdiğinin bir başkasıyla mutlu olduğunu görmekten daha acı bir şey varsa,o da sevdiğinin seninle mutsuz olduğunu görmektir..

Aşkını İtiraf Etmeye Çekinenlere;

Sevdiğinden ayrılınca aşk acı verir,sevdiğin seni terk edince daha da çok acı verir ama en acısı, onu ne kadar sevdiğini bilmesine hiç fırsat vermemektir..

Dönmeyecek Birini Hala Bekleyenlere;

Hayatin en hüzünlü ani, deli gibi sevdiğin insanin buna hiç değmediğini gördüğün andır ve en büyük kaybın onun için harcadığın yıllardır...
Senin aşkını şu gün hak etmeyen, bilki 10 sene sonra yine hak etmeyecektir...
Bırak, gitsin...


(Müşfik Kenterin kalemine saglik,...)

Pazartesi, Kasım 06, 2006

50 * DOKUNMADAN YASAMAK (NILLY'ye ithafen- ilk link verisim:))

YAŞAMIMIZ VE YENİ NESİL HAKKINDA!
Almanya da ilk düzenli şehir içi ulaşım seferleri ile başlangıçta orta ve alt sınıftan insanlar kenti bir ucundan bir ucuna gezme imkanına kavuştuklarında, Alman sosyolog Georg Simmel o korkunç teşhisi koymuştu;
"İnsanlık tarihinde ilk kez iki insan yan yana bu kadar yakın oturup, bedenlerine dokundukları halde saatlerce birbirleriyle konuşmadan yolculuk yapıyorlar" Bir iletişimci olarak beni ilgilendiren, düşündüren, kaygılandıran bir saptama bu.

"X KUŞAĞI". Bu yalnızlığa nicedir aşinayız. Çocuklarımız bir süredir, uyku öncesi masallarını yataklarının başucuna konan bir teypten dinliyorlar.

Oyunlarını bilgisayarda oynuyorlar. Derslerini videodan izliyorlar, kahramanlarını televizyondan seçiyor, sevgilileriyle internette buluşuyorlar. Bütün bunlar olup biterken bir odanın içinde yapayalnızlar.
Yüzyılın bizi getirip bıraktığı nokta burası.....

Onlara "Biberon kuşağı" demek geliyor içimden.

80 lerin ekonomik özgürlüğünü kazanmış, "yuppie" annelerinin "memelerim sarkar" endişesiyle emzirmeden yetiştirdiği bebekler, büyüyüp yüzyılın sonunda ergen oldular.

Daha cinsellikle tanışamadan, AIDS ile karşılaştılar. Doğum Kontrol haplarının yaygınlaşması sayesinde özgür seksin kapısını aralayan ebeveynlerinin aksine, tanımadıkları bir virüs yüzünden özgür seksin kapısını çektiler.
Bu korkunun zoruyla, giderek yalnızlığın güvenli ıssızlığını keşfettiler.

Şimdi "dokunmadan yaşamanın" tadını çıkarıyorlar. Markete gitmeden, internetten sipariş verip, bilgisayar aracılığıyla alışveriş yapıyor, doktorlarına röntgen filmlerini "mail"leyip, uzaktan muayene oluyorlar.

Onlara "X kuşağı" da deniliyor ; "ölü kuşak" ya da "ne idiğü belirsiz nesil" anlamında...

En belirleyici özellikleri yalnızlıkları...

Danstan, "bir bele sarılmanın hazzı"nı anlayan büyüklerinin aksine, kulaklarında walkmanle "techno" ritminde tek başına dans etmekten haz alıyorlar. Sofra başında aileyle birlikte değil, odalarında ekran karşısında veya burgercide ayaküstü, ama mutlaka yalnız "atıştırmayı" tercih ediyorlar.

Gazete okumuyor, "göz atıyor"lar. DVD deki filmi zıplayarak izliyor, kitabı sayfa atlayarak okuyorlar.

Internette gezinirken, aynı anda telefonla konuşabiliyor, yemek yiyebiliyor, televizyon izleyebiliyor ve dergilere göz atabiliyorlar.

Uzun sevişmeler yerine üstünkörü "dokunuş"ları, uzun konuşmalar yerine, kısa "sunuş"ları seviyorlar.

"Internette gevezelik" sitelerinden birine girip, yarattıkları yeni dili görmelisiniz. Hep bir yere yetişme telaşındaymış gibi düşünen, konuşan, yazan bir neslin kendine özgü dilini kuruyorlar;

"Hi" ile başlayıp "Bye" ile biten "N aber" sorusunun "N olsun" diye yanıtlandığı garip bir geyik muhabbeti.....

En çok, kitapçılarda "ünlü Roman özetleri" türünden kitaplar görünce onları anımsıyorum.

Yüzyılın başındakilerin hayata bakışlarımı değiştiren kitapların sadece konularıyla ilgileniyorlar.

Sağlıklı yaşıyor, iyi kazanıyor, kolay harcıyorlar....hem parayı hem dostlarını.....

Markalarını, okullarını, kariyerlerini, ailelerinden, arkadaşlarından, fikirlerinden daha çok önemsiyorlar.

Hayatı "zap" layarak yaşıyorlar.

Bilgisayarlarında olduğu gibi özel hayatlarında da "sörf" yapmayı, derine dalmadan yüzeysel ilişkiler kurmayı, kök salmadan dolaşmayı yeğliyorlar.

Bu "kök salamama" meselesi, Türkiye açısından özellikle önemli....

Geçenlerde bir arkadaşım "Farkında mısın ? "dedi, "hiçbirimiz dedemizin mezarının olduğu kentte oturmuyoruz artık". Hrant Drink in televizyonda anlattığı öykü daha da dramatikti. Her gittiği yeri çiçeklerle bezeyen bir dostunun, son yerleştiği evinin bahçesini çırılçıplak bulunca nedenini sormuş. Hrant şu yanıtı almış;
"Ne zaman bir ağac ektim de meyvesini yiyebildim ki...."

Öylesine köksüz, öylesine göçebe, öylesine gezgin bir toplumuz ki hala... Yerleşemedik gitti... Dedelerimizin mezarlarının olduğu yerleri terk ettikten sonra, ilkin evimizi, derken işimizi, aşımızı ve nihayet bütün yaşamımızı değiştirdik.

Bütün bunlar yarım asır içinde olup bitti ve hepimizde öyle bir travma yarattı ki, hala altından kalkamıyoruz.

Can Dündar